Gaziantep’teki 2 günlük maceramızı anlattığımız yazı dizimizin ilk bölümüne buradan ulaşabilirsiniz.
Antep’ten sonra yılbaşı kutlaması için Kıbrıs’a hareket ettik. Akşam 21:15 uçağı ile Gaziantep’ten doğrudan Kıbrıs-Ercan Havalimanına gidebiliyorsunuz.
Yolculuk yaklaşık 1 saat sürdü, inince saatleri 1 saat geri aldık zira Kıbrıs’ta yaz saat uygulaması devam ediyor. Bizi ılık bir hava karşıladı, sıcaklık gezi boyunca gündüzleri 14-15 derece, akşamlar 7-9 dereceydi.
Gelelim en büyük zorluğa; Kıbrıs’ta trafik soldan akıyor ve araç direksiyonları sağda. Şoförlüğümüzü Yılmaz yaptı. Daha önce Kıbrıs’ta kaza bile yaptığından yeni normale birkaç saatte alıştı.
Her yeri gezmek istediğimizden araç kiralama yoluna gittik, zira taksiyle ulaşım kolay ama fiyatlar yüksek. Nissan Note marka geniş bir araç kiraladık, araç kirası günlük 125 TL. idi.
Ercan Havalimanından konaklama yerimiz olan Girne’ye hareket ettik. Büyük ilçeler arası yolların tamamı duble yol. Trafik ışığı yok denecek kadar az, kavşaklarda ve ana yollarda tek genel kural var: Sağdan gelene yol ver.
Sadece bu basit kuralla bile trafik sorunsuz şekilde ilerliyor. Korna sesi neredeyse hiç yok. Gezi boyu trafik ya da asayiş polisini sadece yeni yılın ilk akşamı gördük. Bunun dışında önemli noktalara fotoğraf çekebilen sensörlü kameralar yerleştirilmiş. Kameraya yaklaşırken önce bir uyarı tabelası görüyorsunuz, yaklaşık 100 metre sonra hızınızı kaça düşürmeniz gerektiği yazıyor, sonra da az ileride flaşlı fotoğraf çekme özelliği olan kamerayı görebiliyorsunuz. Maksat habersiz ceza yazmak değil sürücülerin hızlı gitmesini dolayısıyla kaza yapmalarını engellemek. Otobanlarda binek araç azami hız limiti saatte 100 km. Kamera hız limitleri ise genelde saatte 65 ve 80 km.
Havaalanından Girne yaklaşık 45 dakika. Akşam 11’e doğru Girne Limanı’na hâkim White Pearl isimli butik otelimize giriş yaptık. Oda ve kahvaltı ücreti gecelik 2 kişi 350 TL. Hizmetten genel anlamda memnun kaldık. Otelin artan maliyetler sebebiyle zor günler geçirdiğini üzülerek öğrendik; reel sektör tarafında kimle konuşsak benzer ifadeler duyduk.
Kıbrıs’ta para birimi TL. ABD Doları ya da Euro da yaygın olarak kullanılıyor. Türkiye’nin mali desteği Ada için çok önemli, bu desteğin yüzde 83’ü kamu çalışanlarına maaş olarak gidiyor, gelir seviyeleri Türkiye’deki muadillerine göre yüksek, yaşam tarzı ve düşünce sistemi olarak Avrupa’ya yakınlar.
Sabah bizi güneşli bir hava karşıladı. Hemen balkondan güzel fotoğraflar yakalamaya çalıştım.
Girne, 40 bin nüfuslu, sakin bir sahil kasabası izlenimi veriyor. Casino ve eğlence merkezleri oldukça yaygın. Temel gıda maddeleri Türkiye’ye göre aynı seviyede. Alkol ucuz.
Büfeden aldığımız küçük bir su 4 TL. Tuvaletler 2 TL/0,5 Euro. Zira bazı mal ve hizmetler Avrupalılar için çok ucuz olmasın diye ister istemez TL tarafına zamlar yapıldığını işletmecilerden öğrendik.
Hafif kahvaltıdan sonra yürüme mesafesindeki limanı, balık restoranlarını gezdik. Bu yerlerde çorba, birkaç çeşit meze, taze balık ve bir duble içkiden oluşan bir menü 49 TL.
İlk durağımız yürüyüş mesafesindeki Girne Kalesi’ydi. Giriş 20 TL.
Girne Kalesi ile ilgili ilk kayıt, 3. Haçlı Seferi’nde Aslan Yürekli Richard’ın Ada’yı işgal etmesi sırasında geçiyor. Ardından Ada’yı yeğeni Fransız Hanedanı Lüzinyanlara ve Tapınak Şövalyelerine satıyor. 300 yıl sürecek Lüzinyan döneminde (1192-1489) kaleye belli başlı eklemeler yapılıyor. Bu eklemeler sonucunda kale içinde yer alan St. George Kilisesi gibi yapılar surlar içinde kalıyor.
Kalenin içindeki bir başka önemli eser de 1571’de Ada’yı ele geçiren Osmanlı Generali Sadık Paşa’nın mezarı ve Batık Gemi Müzesi. MÖ 300 yılına tarihlendirilen batık bir geminin kalıntıları cam bir blokta sergileniyor, geminin içinde o tarihte dahi ticareti yapılan küpler dolusu badem, şarap anforası ve değirmen taşları bulunuyor.
Kalenin surlarından ise çok güzel Girne manzaraları yakalayabilirsiniz. Limana ve şehre hâkim surlarda zamanla ok ve top atışı yapılabilmesi için uygun oluklar açılmış.
Kaleden sonra sahili takiben güzel bir yürüyüş yaptık ve aracımızla başkent Lefkoşa’ya hareket ettik. Mesafe yaklaşık 30 km.
85 bin nüfuslu başkentte ilk durağımız Dr. Fazıl Küçük Müzesi idi. Kıbrıslıların “Liderimiz” olarak nitelendirdiği Dr. Küçük’ün evi bir müzeye dönüştürülmüş. Kendisi Lefkoşa doğumlu, İsviçre’de aldığı tıp eğitimini müteakip Ada’ya gelerek doktorluk yapıyor, haftanın belli günleri ücretsiz hizmet ediyor. Ada’nın siyasi olarak karışması ve Rumlar ile süregelen çatışmalar onu da sorumluluk almaya itiyor. Sonuçta önce gazetecilik sonra da siyasi hayatı başlıyor. Türklerin direniş hareketlerini koordine ediyor ve yöneticilik yapıyor. 1959’da Ada’nın siyasi yapısına karar verilecek Zürih Konferansı’nda Türk tarafını temsil ediyor ve ilk Cumhurbaşkanı yardımcısı olarak görev alıyor. Sonra görevini Rauf Denktaş’a bırakıyor ve 1984’de vefat ediyor. Kendisini saygı ve rahmetle anıyoruz.
Yürüyerek Osmanlı döneminden kalma pek çok hanın (Büyük Han, Kumarcılar Hanı vb.) bulunduğu Surlariçi ismindeki turistik bölgeye ilerliyoruz, etrafta tarihî birçok yapı görülmeye değer. En yoğun hanın adı Büyük Han’dı ve biz de bu bölgeyi gezdik. Dükkânların bir kısmı yılbaşı tatilinden dolayı kapalı ancak hediyelik eşya satan dükkânlar açıktı.
Hana girip kalabalık bir yabancı turist grubuna rastladık ve inanılmaz gürültülü bir yemek yemek zorunda kaldık. Zira yaşlı bir ekipti ve sanırız birbirlerini duymak için bağırma ihtiyacı hissediyorlardı. Kıbrıs’ın ünlü yemekleri şeftali kebabı ve Kıbrıs köftesi. Şeftali kebabı, koyun bağırsağına sarılmış ev köftesi, Kıbrıs köftesi ise baharatlı bir tür ev köftesi. Patates kızartmaları bilakis lezzetliydi. Porsiyonlar doyurucuydu. 4 kişi bu yemekleri deneyip 136 TL hesap ödedik.
Daha sonra yine yürüme mesafesinde olan Bedesten’e hareket ettik. Bu bölge tamamen turistik ve birçok mekân birbirine çok yakın, bu da bizler için sevindirici. Kilise 12.yy.da Bizans kilisesi olarak yapılmış ve St. Nikolas Kilisesi olarak isimlendirilmiş. Daha sonra Lüzinyanlar tarafından yapılan bazı Gotik eklemelerle genişletilmiş. Osmanlılar döneminde daha çok tekstil ürünlerin satıldığı bir pazar yeri işlevi görmüş. Bu bölgedeki tüm tarihî yapılar Evkaf Vakfı’na ait, bu vakıftan izin alınarak mesela St.Nikolas Kilisesi’nin içinde şu an semazen gösterileri yapılıyor. Ücreti 7 Euro/45 TL.
Bedestenden çıkınca bar ve kafe dolu bir sokağın köşe başında bizi bir sürpriz bekliyordu. Ada’nın Osmanlı tarafından işgali sırasında şehit olan Yeniçeri ağalarından Bektaşi Şeyhi Kutup Baba ve iki yardımcısına ait mezarlarının bulunduğu Kutup Baba Türbesi’ne denk geldik. Kapısı açık, içerisi bakımsızdı. Ufak bir bilgilendirme tabelası dışında bir uyarı göremedik.
Çarşıda gittiğimiz bir başka yer de Rüstem’s Bookshop idi. İçinde bir Gloria Jean’s şubesi bulunan kitabevi iki katlıydı. İç dekorasyondan zengin kütüphanesine ve el yapımı keklerine kadar her şey mükemmeldi. Sanki bir an bu dünyayı terk edip çok başka ve özel bir boyuta geçtik. İnanılmaz fotoğraflar çekip güzel keklerini yedik, biraz okuma yaptık ve gerçek dünyaya geri döndük.
Akşam saatlerinde Girne’ye dönerek Kıbrıs’ın olmazsa olmazı casino’lara aktık. Hemen şehir merkezinde yer alan casino’larda, borsada tecrübe sahibi olduğunu sanan Para Takipçisi eşekten düşmüşe döndü. Devre kesici uygulaması da olmayınca grafikler şelale misali aşağı aktı, paralar attaa gitti. Bunu da tecrübe etmiş olduk. Tabii ki değerli dostum, rulet maestro’su Yılmaz Şef servetine servet kattı. İçeride resim/video çekimi yasak.
Kumarhanede gözümüze çarpan bir husus da şuydu: Casino’lara sıklıkla kılık kıyafetinden durumunun çok iyi olmadığı anlaşılan ve Ada’ya muhtemelen kaçak yollardan gelip ağır işlerde çalışan başta Bangladeş olmak üzere Uzak Doğu’nun çeşitli milletlerinden insanlar geliyor. Bu insanların bir harcama yapmayacakları belli ama kural gereği masaya oturduktan sonra yiyecek ya da alkollü/alkolsüz içecek talepleri hatta isterlerse bir paket sigaraları dahi getiriliyor. Hiç para harcamasalar bile istediklerini alıp, karınlarını doyurup mekânı terk ediyorlar. Bunu işletmeciler bilmiyor mu? Bildiklerini zannediyoruz ama bunu bir çeşit zekat olarak gördüklerini düşünüyoruz ya da inanmak istiyoruz diyelim.
Üçüncü gün güneşli bir hava vardı. Yılbaşı programını geçireceğimiz 5 yıldızlı Malpas Otel’e giriş yaptık. Otellerde yılbaşı programları için asgari 2-3 gün kalma şartı vardı. Butik otelden çok memnun kalsak da mecburen Girne oteller bölgesindeki bu otele giriş yapmak zorunda kaldık.
Otelde doluluk oranı yüksekti ancak verdikleri villa tipi odalar tahminen 6 aydır kullanılmamıştı. Ben diyeyim masaların üzerinde yiyecek kırıntıları, kahve lekeleri, kirli tuvaletler ve banyolar, siz anlayın kırık havalandırmalar, tozlu raflar, karıncalı odalar. Görevli arkadaşlar sağ olsun hemen ilgilendiler ve oda değişimi yaptılar ancak her şeyi planlı yaşamaya alışık Para Takipçisi için bu sürecin sancısız geçtiğini söylemek zor.
Oteli ve sorunlarımızı arkada bırakıp Mavi Köşk’e doğru yola çıktık. Ada’nın batısındaki Çamlıbel mevkinde yer alan köşk, 1950’lerde Ortadoğu’nun en büyük silah kaçakçısı ve aynı zamanda Kıbrıs Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios’un da avukatı olan Paulo Paolides’e ait. Köşk askerî bölge içinde, giriş ücreti 5 TL., askerî personele 2 TL.
Gerçek ismi Byron Pavlides, Kıbrıs doğumlu İtalyan asıllı Rumlardan. Kale dışarıdan bakıldığından hemen görülmeyen ama köşk etrafındaki noktalardan bakınca kaçak silahların Ada’ya geldiği limanı ve çevreyi gözetlemek için uygun. Pavlides, 1974 Harekâtı sırasında köşkü gizli tünellerden terk etmiş ve tüneli patlatarak arkasından askerlerin gelmesini engellemiş. Yapı, sonrasında yetkililerce müzeye çevrilmiş. Rehberliği erler yapıyor. Grup yeter sayısına ulaşmayı bekliyor, bireysel gezemiyorsunuz.
Girişte ilgimizi çeken bir nokta, Pavlides’in Makarious’un avukatı olmasından dolayı Rum çetelerinin saldırılarını bu köşkte planlandığı ve Kıbrıs Türkleri acı çekerken bu köşkte lüks partiler verildiği iddiası. Bu iddiayı destekleyen kanıtımız ise köşkün yapımına 1957’de başlanması ve saldırıların 1959’da artması.
Bundan yola çıkarak rehberimiz, tura “Bu köşk en güzel tarihî mekânlardan biri değildir.” diyerek başlıyor ve soydaşlarımızın çektikleri acıda bu evin rolüne vurgu yapıyor ama tur esnasında ne bu konuya değiniliyor ne de ilgili bir bilgi veriliyor. Zaten bu köşke gelen insanlar bir ibret müzesi görmek için değil 1957’de Sophie Loren’in dahi geldiği lüks bir köşkü merak ettikleri için geliyorlar. Görevli askerler, her oda ile ilgili oda girişlerinde yazılı metinde yazan bilgileri tekrar ediyor, başka bir bilgi vermiyorlar.
Ancak 1957 yılında dahi merkezî havalandırma sistemi, ceylan derisinden masalar, süt banyoları olan, renk renk odalardan oluşmuş bir köşk burası. İnsanı gece uykusuna hazırlayan yeşil bir oda, oturunca çok rahat olan ama iki saat içinde beton sertliğine ulaşıp uyumanızı engelleyen bir koltuk, kuzu çevirme yapmanıza yarayan ve elektrikle çalışan bir döndürme aparatı, ağzından şarap akan aslan başı şeklinde musluk, en ufak deprem esnasında hemen devrilen ilginç bir heykelcik, misafir çocukların kalması için yapılan raylı bir oda, ses geçirmeyen özel dikim, kalın perdeler, her mevsim renk değiştiren bukalemun derisinden bir dolap, elektrik kullanmadan içeceklerin ısılarını muhafaza etmeye yarayan özel bir içki dolabı köşkün dikkat çeken diğer özellikleri. Köşkte 13 oda, 13 musluk var.
Pavlides, pek çok yönden paranoyak kişilik bozukluğu özellikleri sergiliyor. Tüneller, deprem heykeli, perdeler bunun en önemli işaretleri olarak anlatılıyor. Belki de bu sayede hayatta kaldı.
Köşkün hemen önünde bir havuz, hemen ileride ise avukatlık yapan Pavlides’in kendini duruşmalara hazırladığı bir bölüm var. Bu bölümün ortasında mavi bir halka var ve bu halkanın ortasında durup konuştuğunuzda sesinizi etraftaki kısa duvarların etkisiyle duyabiliyorsunuz, açık havada akustik tekniği kullanılarak bir yankı odası yapılmış kısaca. Köşk, askerî statüde olduğundan içeride resim çekmek yasak, dışarıda serbest.
Dönüş yolu üzerinde değerli dostum Yılmaz Şef’in gastronomi eğitimi aldığı Yeşilyurt’a uğradık. Müzeler saat 16:00 olmasına rağmen kapalıydı, tarihî kiliseye de giremedik ama resim çekmeyi ihmal etmedik.
Biz de yöresel ve organik ürünler yapan, Yılmaz’ın bir dönem yaşadığı ve eğitim aldığı Pendaya Eko Garden’a hareket ettik. Burada Kıbrıs’ın bir başka lezzeti olan koyun sütünden taze yapılmış hellim peynirinin tadına baktık. Aynı zamanda bir lokanta olan mekânda yılbaşı için dostlar arasında bir organizasyon vardı, kalamadık ve Girne’ye hareket ettik.
Yorgunluk da bastırınca zor bir dönüş yolculuğu geçirdik. Otelimizde açık büfe yemek yiyip gece eğlenceye katılarak 2020’ye girdik. Açık büfelerle ilgili herhâlde hiçbirimiz çok olumlu kanaatler belirtemeyiz. Bu yüzden “ölmeyecek kadar yemek” stratejisini benimsedik.
Yılın ilk günü Kıbrıs kazan biz kepçe devam ettik, durmadık. Benzin istasyonlarının bile kapalı olduğu bu sabah araba itmeye ramak kala bir istasyon bularak depoyu doldurduk. Bu arada benzinin litresi 5,46 TL idi. İstikamet Gazi Magosa’ydı ve yol üzerinde tarihî açıdan Ada’nın en zengin bölgesine uğradık.
İlk durak St. Barnabas Kilisesi ile İkon ve Arkeoloji Müzesiydi. Giriş ücreti 15 TL. Tipik Roma Kilisesi özellikleri sergilemesi dışında kilisenin avlusu sergi odalarına çevrilmişti ve odalarda MÖ 2300 yılına tarihlendirilen çanak, çömlek, heykel ve kaplar mevcut. Evet, Girne Kalesi ya da Zeugma Müzesi gibi MÖ 300 demiyorum, günümüzden 4500 yıl öncesinden bahsediyorum. Hititlerin, Mısırlıların hüküm sürdüğü dönemlerden bahsediyorum ve bu tarihte Ada’da yerleşik hayata geçilmiş, gelişmiş medeniyetler söz konusu.
Kilisenin adını aldığı Aziz Barnabas, MS 45’te Ada’da doğmuş, Yahudi bir aileye mensup. Kudüs’e gidip din eğitimi alıyor, Ada’ya dönüp Hristiyanlık’ı yaymaya çalışırken mahalle sakinleri tarafından öldürülüyor ve cesedi denize atılmak üzere bir bataklığa bırakılıyor. Ancak öğrencileri göğsüne bir İncil bağlayıp cesedi saklıyorlar. Yıllar sonra başka bir aziz, rüyasında mezarın yerini görüyor ve mezarı açtırıp kemiklerini İstanbul’a gönderiyor. Bizans Kralı Zeno, hikâyeyi öğrenip etkileniyor, Kıbrıs Kilisesi’nin özerkliğini ilan edip manastır yapımı için yardımda bulunuyor.
Gezimizi tamamlayıp 10 dakika mesafedeki Salamis Harabeleri’ne doğru yola çıkıyoruz. Gazi Magosa’ya 10 dk. mesafede, deniz kenarında, inanılmaz bir antik kent. Söylememiz gerekiyor, Salamis bölgesi sabah erken saatte gidilmesi ve bütün gün kır yürüyüşü şeklinde gezilmesi, akşam da hemen yan taraftaki alanda ailecek mangal yapılıp günün yorgunluğunun atılabileceği bir yer.
Şehir, MÖ 15. yy.da etkin olan Aka Devleti’nin bir kolonisi olarak kurulmuş. Şehirdeki buluntular MÖ 11. yy.a ait. Sırasıyla Mısır, Truva, Pers egemenliklerinde özerk şehir olarak varlığını devam ettirmiş. Salamis Kralı tarafından ele geçirildiği MÖ 394’den itibaren Ada’ya başkentlik yapmış.
MS 70 ve 340’lerde yaşanan iki büyük depremde taş taş üstünde kalmamış ve başkent Baf’a taşınmış. Şehir bu depremlerde sosyal ve ekonomik olarak ağır darbe almış dolayısıyla. Bizans İmparatoru 2. Kostantin şehri kalkındırmak için girişimlerde bulunsa da yoğunlaşan Arap akınları sonucu arzu edilen sonuçlar elde edilememiş.
Giriş ücreti 20 TL olan bölge yemyeşil. Yeşil patikalardan yürümek çok zevkli ve sizi ilk olarak pazar yeri benzeri bir bölge olan Gymnassium karşılıyor, bölgede spor aktiviteleri de düzenlenmiş.
Etkileyici bir başka nokta amfi tiyatro ve Roma villası. Tiyatro deyip geçmeyin, tam 2500 yıl önce şehrin sakinleri kaliteli zaman geçirsin diye 15 bin kişilik, 50 basamaklı bir tiyatro yapılıyor. Medeniyet bu değildir de nedir, merak ediyor insan.
Diğer önemli noktalar Roma hamamları, sunaklar, Bazilika, Nikokrean Anıtı.
Yaklaşık 2 saat yürüyüş yaptığımız bölgeye doyamadık, yarısını bile gezemedik ama bizi Ada’da en çok etkileyen bölge sanırım burasıydı. Hava kararmaya başlayınca mecburen ayrılmak zorunda kaldık. Yerli halkın buraya yürüyüş yapmaya geldiğini ve pancar mantarı toplamaya çalıştığını not edelim.
Daha sonra aracımızla üniversite kampüsünün hayat verdiğini gözlemlediğimiz Gazi Magosa’ya (Gazi Mağusa da deniyor) geldik. 50 bin nüfuslu ve Kilis’in yüzde 70’i büyüklüğünde bir şehir. Caddeleri canlı, tarihî olarak her zaman önemli bir liman şehri olmuş ve Kıbrıs’ın en önemli duraklarından biri.
Magosa’ya gelip Hayalet Şehir Maraş’a girmesek olmazdı. Yakın geçmişe kadar belli bölgeleri turistlere açık olan bölge Güvenlik Komutanlığı kontrolü altında; gerek araçlar gerekse şahıslar sıkı bir kontrolden geçiyor, şehre askerî personel ve yakınları girebiliyor sadece, o da orduevine gidebilmek için. İçeride çekim yasak.
Harekâttan önce bölgenin bir numaralı tatil merkezi olan Maraş şu an KKTC-Rum kesimi arasında tampon bölge konumunda ve yerleşim yasak. Şehir girişinde sizi büyük bir kilise karşılıyor, kıvrımlı yollardan geçiyorsunuz. 1970’ler düşünüldüğünde bile zamanının çok ilerisinde bir şehirde olduğunuzu anlıyorsunuz. Harabeye dönmüş 20-30 katlı oteller kaplıyor manzarayı. Aklıma doğrudan Çernobil geldi ve bu zenginliğin heba olmasına üzüldüm.
Oturuma izin verilen yegane yapılar, Gazi Magosa Orduevi olarak tahsis edilmiş 6 bina. Bu binalarda bile tadilat yapılması kanaatimizce yasak, zira giriş kapıları ve iç dekorasyon 80’lerden kalma. Plaj çankaya escort kilometrelerce uzanıyor ve yumuşak sarı kumdan. Deniz dalgasız ve çok güzel.
Otelimize dönerken damağımızda Salamis’in tarihî dokusuyla Maraş’taki hüzün ve yalnızlık hisleri vardı. Akşam saatlerinde havuzda yüzüp saunada zaman geçirdik. Ardından Alayköy bölgesinde arkadaşlarımızla buluşup denetleme ve incelemelerde bulunduk. Bölgede gece hayatı çok canlı; casino ve müstakil villalarda icra edilen performanslar görülmeye değer.
Ertesi sabah havaalanı yolu üzerindeki ünlü bir süper market zinciri olan Erülkü’ye uğradık. Amacım, temel gıda madde fiyatlarını Türkiye ile karşılaştırmaktı. Peynir, sucuk, domates, soğan vb. ürünleri karşılaştırdım, fiyatlar neredeyse aynı. Ancak içki fiyatları free shop’lardan yüzde 20-25 oranında daha uygun, hatırlatayım.
Saat 11:15 uçağı ile Gaziantep’e geldik, saatleri ileri aldık. Yoğun trafik ve buz gibi bir hava çamlıdere escort karşıladı bizi. Trafik sağdan akıyordu ama biz sola iyice alışmıştık.
Neyse ki Karşıyaka semtindeki Küşlemeci Halil Usta’ya giderek simit kebabı ve küşleme yiyerek kendimize geldik. Lokantanın içi kalabalıktı, mekân modern dizayn edilmiş, ama aynı şeyi Karşıyaka semti için söylemek zor; sanırım Antep merkezin gelir seviyesi en düşük yerlerinden biri. Mozaik Müzesi’nin hemen arka tarafında olmasına rağmen dar ve altyapı sorunları olan sokaklardan geçmek zorunda kalıyorsunuz giderken.
Dört porsiyon küşleme, iki porsiyon simit kebabı ve karışık beypazarı escort baklava tabağı aldık. Standart salataları çok lezzetliydi, küşlemeler koyun etindendi, et kaliteli ama biraz sert geldi bize. Baklavalar ise çok başarılıydı. 4 kişi 270 TL hesap ödedik ve gezimizi sonlandırarak yuvaya döndük.
Güzel tatilimize sizi de dahil edebildiysek ve gitmek isteyenlere yol gösterebilmişsek ne mutlu…
Yolculuk boyu karşılaştığımız zorluklara birlikte göğüs gerdiğimiz can dostum Yılmaz’a ve ailelerimize ayrıca teşekkür ediyorum.
Darısı sizlerin başına…
Dolar | 35,2068 | % 0.3 |
Euro | 36,7672 | % 0.92 |
Sterlin | 44,3202 | % 0.7 |
,00 | % 0.00 | |
,00 | % 0.00 | |
Çeyrek | 4.853,00 | % 0,96 |
G. Altın | 2.968,33 | % 1,32 |
BIST 100 | % | |
% 0.00 | ||
B. Cash | ,00 | % 0.00 |
Bitcoin | |
Ethereum | |
XRP | |
Bitcoin Cash | |
EOS | |
Litecoin | |
Binance Coin | |
Bitcoin SV | |
Tether | |
TRON | |
Stellar | |
Cardano | |
Monero | |
Dash | |
IOTA |