Yine bir tatil dönemi ve biz yine valizleri hazırlayıp yollara düştük. Avrupa’nın büyük bölümünü son üç yılda bitirmiştik, bu yüzden hem hava itibarıyla bizi zorlamayacak hem de farklı bir medeniyet arayışına girdim. Önceki yıllarda ağustos ayında İtalya ve İspanya gezme gafletinde bulunmuş biri olarak bu sefer serin bir yere gitmeyi de istiyordum. Ne zamandır aklımda olan Rusya’da karar kıldım.
Öncelikle internette Rusya’ya gitmiş herkes sanırım dikkat etmek için “Savaştaki Rusya’ya gittim”, “Savaşın gölgesinde geziler” vs. başlıklı videolar paylaşıp yazılar yazmışlar. Maalesef savaş alanının Moskova’ya uzaklığı kırk yıldır devam eden PKK terörünün şehirlerimize mesafesi ile kıyaslanamaz. Şehirlerde göze batan elbette bazı güvenlik tedbirleri var ancak bu tedbirler savaştaki bir ülke düşünüldüğünde devede kulak.
Bu sefer uçak biletleri ve otel rezervasyonlarına bakarken birkaç husus dikkatimi çekti. Bunları da paylaşayım.
Birincisi, Kırım ve Ukrayna gerginlikleri sebebiyle Booking, Airbnb gibi uygulamalar bu bölgede hizmet vermiyordu. Keza Batılı hava yolları bu bölgeye sefer düzenlemiyordu. Listelere göz gezdirdiğimde uçuşların Orta Asya’dan ve Çin’den, en çok da Dalaman, Bodrum, Antalya gibi bizim güney sahillerinden yapıldığını gördüm. Ucuz Rus hava yollarını araştırdım ama saatleri uygun bir sefer denk gelmedi. Zira Antalya-Bodrum hattından uçaklar sürekli akşam 9-10 gibi kalkıyor ve Rusya’ya gece 3-4’de iniliyor, haliyle rahat ve güzel bir gezi planı peşinde koşan biri için cazip değil.
Önce rotayı değiştirdim. Antalya’dan Moskova’ya, oradan St. Petersburg’a (Rusların deyimiyle Piter) gitmeyi düşündüm. Ancak yukarıda bahsettiğim saat uyumsuzluğu nedeniyle önce Piter’e sonra Moskova’ya gitmeyi ve oradan dönmeye karar verdim. Bu rotaya giden Türk menşeili THY, Pegasus ve Southwind firmaları var. Bana en uyan saatlere 25 bin TL’ye 2 kişi, gidiş- dönüş bilet aldım THY’den. Bu zamana kadar aldığım en pahalı biletlerdi. Plan 9 günlük olacak, 5 gün Piter, 4 gün Moskova. Oteller 3-4 yıldızlı, geceliği ortalama 2500 TL ve ödeme kapıda. Zira Mastercard ve Visa gibi firmalar yaptırımdan dolayı Rusya’da hizmet vermiyor ve Rus vatandaşı değilseniz Rus bankalarından kart da alamıyorsunuz; dolayısıyla kabarık cüzdanla gidip kapıda ödeme seçeneği kalıyor geriye.
Sonra da Piter-Moskova arası nasıl seyahat edeceğimi düşündüm. Sapsan isimli yüksek hızlı trenler var, Türkçesi Gökdoğan ve 700 km mesafeyi dört buçuk saatte aşıyor. Bilet fiyatları birkaç ay önce 70 dolar civarındaydı. Bu arada Avrupa’da kullandığım ulaşım uygulaması Omio da bu bölgede çalışmıyor. Moskova’da yaşayan bir arkadaşım sağ olsun, bilet işlemleri için yardımcı olmayı teklif etti ancak biraz geç kalınca bilet fiyatları kişi başı 130 dolara kadar çıktı. Biz de bu parayı vermek yerine hava yollarına baktık. Azur Air, Aeroflot gibi Moskova-Piter arası gün boyu sefer düzenleyen firmalar var. Hele Aeroflot saban 6’dan itibaren günlük 20’ye yakın sefer düzenliyor. 15 bin rubleye iki kişi Piter-Moskova uçak biletini aldık. Rus ödeme sistemine dışarıdan kredi kartı vs. ile para girişi olmadığı için Rusya’da yaşayan birinden yardım almanız gerekiyor bu aşamada. Ödeme konusu problemli anlayacağınız.
Tüm bu ayrıntıları aylar değil, on günü kala halledip gezilecek yerleri belirledik ve 5 Ağustos sabahı 8’de uçağımıza atladık.
Uçakta en dikkat çeken husus bizim dışımızda Türk vatandaşı olmamasıydı. Birkaç tane Orta Asyalı vardı ancak başka turist göremedik. Uçuşta standart bir THY kahvaltısı geldi.
4 saatlik bir uçuştan sonra Pulkovo Havaalanına (LED) indik. Adımımızı atar atmaz her yerde otomatik silahlı çok sayıda güvenlik görevlisi olması dikkat çekti. Birkaç yerde bomba arama köpeği ile her köşe başında birer ikişer kamera gördük. Bu kameralar neredeyse bütün Rusya’yı sarmış. Söz gelimi metrodaki bir merdivenin sadece başında değil hem başında hem sonunda ya da bir köşenin her iki tarafında kamera var. İnanılmaz bir gözetleme ve dinleme düzeneği kurulmuş ülke çapında.
Pasaport kontrolünde turist olarak yine sadece biz ve Orta Asya’dan yöresel yiyecekleri ile gelmiş ve muhtemelen hizmet sektöründe çalışan insanlar gördük. Görevliler üniformalı, asker şapkalı/kepli, sadece Rusça konuşuyor ve anlamanızı bekliyorlar. Dolayısıyla son derece resmî bir hava hâkim. Tabelalarda İngilizce uyarılar çok az da olsa var.
Pasaport kontrolü esnasında size bir adet “Migration Card” veriyorlar, imza attırıyorlar ve seyahat boyunca bu kâğıdı taşımanız gerekiyor. Dönüşte de geri alıyorlar.
Küçük havaalanından çıkıp otobüs durağına geldik zira havaalanında metro yok. Şehre yaklaşık 30 km. mesafede. Hava parçalı bulutlu, 22 derece. Terminalden çıkıp 39 ya da 39E hattına binip Moskoskaya durağına hareket ettik. Skaya, sokak demek ve neredeyse tüm metro-otobüs durakları bu ekle bitiyor. Puşkinskaya gibi. Otobüsteki ödeme yöntemleri ile ilgili videolar izlemiştim. Her kapıdan binebiliyor, farklı yerlerdeki makinelere kartınızı okutuyorsunuz. Ancak ne şehir kartınız var ne de kredi kartı geçiyor. Ne yapacaksınız?
Ankara özel halk otobüslerini bilen bilir. Otobüsün orta-sağında oturup bilet kesen bir amca vardır. Buna parayı öder, biletinizi alır geçersiniz. Ben 39 numaraya biner binmez, bu amcanın Sovyet teyze versiyonunu gördüm. Haliyle ödemek için yanına gittim ve “two tickets please” dedim. Teyze anlamsız gözlerle bana baktı. İki parmağımla 2 işareti yapıp elindeki koçanı işaret ettim, yine anlamadı. Etraftaki genç jenerasyona bakıp yardım talep ettim. Yanda oturan genç bir kadın Sovyet teyze ile konuşup “İki bilete 140 ruble ödemeniz lazım” dedi. Sonra gülümseyip “Dway biletta” dedi. Cem Yılmaz’ın balzamik sirke esprisi gibi, iki bilet, dway biletta, two tickets; başka ne söylüyor olabilirim ki! İngilizce bilip konuşmuyorlar klişesi doğru değil. Bariz şekilde bilmiyorlar, çünkü müfredatlarında böyle bir eğitim yok. Yardımsever bir yapıları da yok. Dolayısıyla Google çeviriye bağlısınız bir anlamda. Ödeme sorunu 1, dil sorunu 2.
Parayı uzatıp biletleri aldım. Tüm otobüs ve metro biletleri 70 ruble bu arada. TL’ye çevirmek için 0,4 ile çarpın. Bu bileti alıp tüm şehri baştan başa gezebiliyorsunuz. Avrupa’daki gibi zone uygulaması yok.
Ulaşım ve navigasyon için de Google Maps’ten ziyade Yandex Maps’i kullandık. Ayrıca Yandex metro uygulamasını da indirdik. Mekânlara ait yorumlar Rusça ve sadece Rusya içi kullanıma uygun. Yaptırımlar sebebiyle aksayan uydu hizmetlerinden dolayı navigasyon açısından en zor tatildi. Yer tespiti ve yönlendirmede sık sık sorun yaşadık.
Şehir içi otobüsüne binip yarım saatte otelimizin bulunduğu Skalaya caddesinde indik. Otel tutarken fiyat yanı sıra metroya yakınlık ve şehir merkezine yakınlık ilk kriterlerim. Station Premier 10 Otel de bu kriterlere uyan 4 yıldızlı bir oteller zinciri. Sahile yürüyerek 15 dk. ve metroya 5 dk. mesafede. 4 gece için kahvaltı dahil 33 bin ruble verdim. Otobüsten indikten sonra otele 500 metre yolda başlayan çok yoğun yağmur nedeniyle baya ıslandığımız bir 10 dk. yaşadık. Kanal üzerinden geçtiğimiz için de sığınacak bir yer bulamadık ve üzerimizdeki kıyafetlerle valizler ıslandı. Ne mevsim olursa olsun yanımızda su geçirmez bir ayakkabı ve yağmurluk özellikli bir mont bulunduruyoruz artık. Bu yüzden kısmen korunduk.
Bazı otel/işletmelerin en büyük sorunu tarihi yapıyı bozmamak için büyük boy bir tabelaları olmaması. Kötü bir navigasyon ile tabelasızlık birleşince otel girişini bir hayli zor bulduk. İçeri girdiğimizde saat 14 gibiydi. Çok az İngilizce bilen bir resepsiyonist güç bela işlemlerimizi halledip bizi odaya yönlendirdi. Oda gayet yeni ancak web sitesinde yazmasına rağmen klimasızdı. Sadece bir vantilatör vardı. Sonradan fark ettiğim üzere vantilatör Rus devletinin en önemli demirbaşı. Metrodan restoranlara, hatta devlet dairelerine kadar her yerde vantilatör var. Neyse ki seyahat boyunca klima ihtiyacı olmadı, hatta akşamları pencereleri açmadan örtünerek uyuyabildik.
Odaya yerleşip kıyafetlerimizi kurutmaya çalıştık ve üzerimizi değişip dışarı çıktık. İlk gün her şehirde olduğu gibi genel bir tur atıyoruz.
Saint Petersburg, Türkçe ve Rusça karşılığı Sankt Petersburg (havayollarında Saint diye aratınca çıkmıyor) Rusya’nın en büyük ikinci ve Avrupa’nın dördüncü şehri. İçinden Neva Nehri geçiyor ve merkez nüfusu 1,5; çevre yerleşimlerle 6 milyon. Ülkenin kuzeybatı ucunda ve Finlandiya sınırında, Helsinki ile aynı enlemde. Haziran ayında güneşin bir saat battığı Beyaz Geceleri ile ünlü. Biz oradayken de akşam 9 buçuk gibi batıyor, hava hafif lacivertleşip güneş tekrar doğuyordu. 1700’lerin başında Rusya beylikten çarlığa evrilince burası başkent yapılıyor ve 200 sene Avrupai bir mimari ile donatılıp Doğu’nun Venedik’i oluyor. 42 ada üzerine kurulu ve kanallarıyla meşhur bir Avrupa şehri burası. 1917 Bolşevik İhtilali ile kraliyet tarihe gömüldüğü gibi başkent de Moskova’ya taşınıyor. Bizim İstanbul-Ankara gibi. Yeşili, nehirleri, kanalları, sessiz trafiği ve havası ile romantik ve güzel bir şehir Piter. Adını da Çar I. Peter’dan alıyor ve Almanca burg ekiyle Peter’in şehri, kalesi demek.
Turumuza devam edelim. Doğruca St. Petersburg’un koruyucusunun adını taşıyan Aziz İzak Meydanına ve katedraline gittik. Şehrin en görkemli yapısı burası ve büyük bölümü tadilattaydı. Önündeki park ve katedral çok güzel fotoğraflar sunuyor. Katedralin seyir terasına çıkmaya çalışsak da girişlerin saat 17’de kapandığını söylediler ve terasa çıkamadık. Bu arada Rusya’ya özgü bu yuvarlak çatılar soğan diye geçiyor ve bu şekilde olmasının basit bir açıklaması var: Yağan karlar birikme yapmasın. Buradan nehir kenarına ilerleyip Alexander parkını ve içindeki heykelleri, sokağın karşısındaki müzeleri geçtik. Yol boyunca yaşlı başlı kadınlar tekne turu broşürleri vermeye çalışıyorlar ama sorularınıza yanıt veremiyor zira tek kelime İngilizce bilmiyorlar.
Sahil boyunca ilerledik ve Ermitaj’ın arkasındaki saray meydanına geldik. Burada biraz müzik dinleyip dinlendikten sonra ünlü Nevski caddesine geçip Mario Pizza’da karnımızı doyurduk. Mekanın içindeki zeytin ağacı çok güzel bir görsel sunuyor.
Yemeklere dair de kısa bilgi vereyim. Fast food tarzı yemekler iki kişi yaklaşık 2000 ruble, güzel bir mekânda yemek ise 3-4 bin ruble tutuyor. Michelin listesine girmiş, gösterişli birkaç mekâna da gittik. Burada hesaplar 7-8 bin ruble geldi. Antalya fiyatları ile benzer. İçki fiyatları ucuz, 100 rubleye biralar var dedi bazı arkadaşlarım ama benim içtiğim biralar genelde 3-4 yüz ruble aralığındaydı. Pizza dükkânında da sipariş verirken çok zorlandık. En işlek caddede olacaksın ve adın Mario olacak; ne İngilizce var ne İtalyanca.
Buradan çıkıp Voskresenia Khristova (Sıçrayan kan katedraline) geldik. Burası çatısı en renkli katedral. II. Aleksander 1881’de suikasta bu bölgede kurban gidiyor ve anısına burası yapılıyor. Bu zat ayrıca bizi Yeşilköy Anlaşması’na zorlayıp Çatalca’ya kadar gelen kişi. Ülkesinde pek çok devrim yapmış, serfliği kaldırmış, Orta Asya’yı işgal etmiş bir hükümdar.
Buradan kanal boyunca ilerleyip az ilerdeki ünlü Singer binasına (sağda) geldik. Yapıldığında Eyfel gibi halkın tepkisini çekip sonra şehrin simgesi olan yapılardan. Alt kat kitapçı, üst katta kafe var. Şehrin en ünlü kafesi. Burada biraz sıra bekleyip iki tatlı ve iki güzel kahve içip ayrıldık.
Hemen karşıda ünlü Kazan katedraline geçtik. Burası Napolyon 1812’de Rus seferini başlattığında Rusların komutanı olan General Mikhail Kutuzov’un istirahat yeri. Merhumun buraya gelerek Kazan Katedralinin koruyucu ruhundan yardım istediği rivayet ediliyor.
Sokaklarda gezerken dikkatimizi bir şey çekti. Taksilerin tamamına yakını ve trafikteki arabaların %70’i Cheery, Geely ya da Haval. Üçü de Çin markası. Cheery, Omodo 5 ile ülkemizde atılım yaptı. Geely ülkemize girip çıkmıştı, bir dahaki girişi çok iyi olacak, şimdiden söyleyelim. Haval ise ilk defa gördüğüm bir marka. Ama hepsi çok şık ve gösterişli.
Yağmur suları çatılardan doğruca sokaklara akıtılıyor, binalar ne kadar güzel olsa da bu borular sırıtıyor. Bunu da not düşelim. (tabelasız otel girişimiz)
Akşam saatlerimiz 22’ye gelirken yol üzeri bir markete uğradık ve fiyatlara bakıp birkaç şey aldık. Market çalışanları ve hizmet sektörü genellikle Orta Asya kökenli. Özellikle Kırgızlar. Küçük marketlerde bile güvenlik var.
Hafta içi pek kahvaltı yapan biri değilim, ancak tatilde otelden çıkıp kahvaltıcı bulmak hele ki yurt dışında zor olduğundan rezervasyonlarda oda-kahvaltı tercih ediyorum. Güzel bir kahvaltı yapıp şehrin kuzey batı tarafına, Yusupov Sarayı önünden New Holland Adası’na geçtik. Girişte sıkı güvenlik tedbirleri dikkatimi çekti. Burada zaman geçirip English Embankment önünden müze ve askeri tesisleri takip ederek geceleri havaya kalkan Blagoveshchenskiy Köprüsüne, oradan da karşıya, Vasilyevsky Adası’na geçtik. Neva Nehri’ne bakan tarafta sfenksler ve türlü müzeler var, buraları görerek Kunstkamera Müzesi’ne geldik, oradan da Zdaniye Birzhi’ye, borsa binasına ve Strelka Vasil’yevskogo Ostrova parkına uğradık.
Burada birçok tur aracıyla karşılaştık. Biraz mola verdik. Yol kenarındaki büfelerde kızarmış hamsiye benzer küçük bir balık ve patates ile bira içiyorlardı. Bu bölge turistik, dolayısıyla biraz pahalı, bir marketten 40-50 rubleye alacağınız bir suya 150 ruble veriyorsunuz. Buradan karşı kıyıya geçip Ermitaj Müzesi’ne girdik. Pazartesileri kapalı olan müzeye 10 dakika sıra ekleyip girdik, giriş ücreti 1500 ruble. Tüm müzelerde Rus vatandaşları ile turistlere ayrı tarife var. Ermitaj Müzesi Piter’deki en büyük müze. İçeride 3 milyon eser var ve eski bir saray. Bolşevik Devrimi ile atıl kalmış ama 90’lardan sonra yenilenmiş ve halka açılmış. Fransa’da devrim sonrası harap edilen saraylar gibi; farklı ülkeler ama aynı hikâyeler.
Bu müzenin önü en büyük ve tarihî meydan. Bir ucu müze, bir ucu Genelkurmay binası. Müzede klimasız ve sıcak ama etkilenmiş yaklaşık 4 saat geçirdik ve çok yorulmuş şekilde kendimizi dışarı attık. İçeride Moğol, Orta Asya, Japon, Alman, Avusturya, Mısır ve Rus medeniyetlerine ait inanılmaz eserler var. Altın Horda devleti Turkis-Mogol imparatorluğu olarak geçiyor kayıtlarda.
Buradan Kazan Katedrali manzaralı, Michelin listesinde yer alan Terressa Restoranına gittik. Akşam 18.30 gibi, rezervasyonumuz yok ama bir, bir buçuk saatte kalkarız deyip bir masa bulduk. Burada güzel resimler çektik. Tuna balıklı salata, deniz ürünlü makarna, yerel bir içki ile bira aldık ve dinlendik. 7500 ruble gibi bir hesap ödedik bu mükemmel yemeklere. Akşam bu saatlerde yüksek nem azalıyor ve kanal boylarında esinti başlıyor. Gün boyu kısa kollularla gezen bizler üzerimize ince montlarımızı aldık.
Buradan çıkıp tekrar nehir kenarına gittik ve tekne turuyla şansımızı denedik. Yol boyunca yolunuzu kesip tekne turu pazarlayan pek çok kişi olacak ama biz ana iskeleye, Ermitraj Müzesi önüne gittik ve buradan menüyü inceledik. 5-6 farklı rota var, değişik istikametlere gidiyor, farklı saatlerde kalkıyor ve fiyatları farklı. Burada en meşhur tur gece 12’de başlayan açılan köprüler turu ve 2’de bitiyor. Ancak biz yorgun olduğumuzdan akşam 9’da başlayan ve 11’de biten turu aldık. Kişi başı 1600 ruble ve kuzeye gidiyor. Finlandiya sınırına kadar geçip güzel manzaralar eşliğinde, açık kısmı bir hayli rüzgârlı, kapalı kısmı serin ve sıcak bir şeyler içebileceğiniz güzel tekneler. Tur boyu Sovyet teyzelerden biri hiç susmadı ama elbette Rusça. Turu kesinlikle tavsiye ediyorum.
Rusya’ya gelmişken her şehirde yapmanız gereken şey ne diye sorsalar metro turu derim. Neredeyse tüm duraklarda harika eserler ve hepsinin özel anlamları var.
Piter metrosu da farklı değil. 5 hat var bu şehirde ve tüm ana yönlere hizmet veriyor, adalara dahi gidiyor, üstelik mesafe fark etmeksizin hepsi 70 rubleye. Biz de en önemli durakları belirledik ve yola çıktık. Kirovsky Zavod, Ploshchad Vosstaniya, Avtovo, Tekhnologichesky Institut, Vladimirskaya, Pushkinskaya gibi kırmızı hat üzerindeki sanırım tüm duraklarda indik. İnsan ilk gördüğünde inanamıyor çünkü çoğu ülkede görmediğimiz eserler basit bir metro istasyonunda yer alıyor. Her durakta ayrı heyecan, ayrı bir beklenti ve müthiş anlar geçirdik. Bazı hatların trenleri eski ve gürültülü, bazı hatlar yeni. Sarkan kablolar, metre başı kamera, her merdivenin başında bir görevli, silahlı özel güvenlikler ve müthiş tarihi eserler metro duraklarının ortak noktaları.
Metro turu yaklaşık yarım günümüzü aldı. Oradan Nevski caddesine geçtik ve gezdiğimiz ilk dairenin biraz dışında kalan Rus Devlet Müzesi, Aziz Michael Katedrali, Mikhailovsky parkını gezdik.
Buradan karnımızı doyurmak için Nevski üzerindeki Mama Paga isimli popüler Gürcü restoranına geldik. Stalin etkisi nedeniyle birçok Gürcü ve Kafkas mutfağı örnekleri var Rusya’da ve içerikler benziyor. İçerisi dolu. Meşhur mantılarından, ünlü pidelerinden ve geleneksel çerili içeceklerinden aldık.
Buradan bir sokak arkadaki Pişekaya isimli kafeye gittik. Burası sanırım Piter’de önünde en uzun kuyruk olan işletme. İki tane halka şeklinde pişi alacağız diye biz de bu çılgınlığa daldık. Kişisel sınırları pek umursamayan Ruslarla birlikte 50 dakika sıra bekleyip tam 10 tane pişi alıp önündeki parkta gömdük. Fiyatlar uygun, özel bir tat yok ancak onlarca insan serin havada dahi sıra bekliyor. Yetmezmiş gibi küçücük dükkanda bir grup da oturmuş pişi yiyip sıradakileri süzüyor. Simülasyonun hata verdiği anlardan.
Ligovsky caddesine çıktık ve Moskovskiy bulvarı sonuna kadar uzun bir yürüyüş yaptık. Bu yolda yine sayısız katedral ve park gördük. Buradan otelimize kadar gelip sıcak bir şeyler içip istirahate çekildik.
Merkezi bitirdik, tekne turu yapıldı, müzeler gezildi. Piter’de bir gününüz daha var, ne yaparsınız? Cevabı çok basit: Peterhof.
Peterhof sarayı, şehrin 30 km. dışında, uzaklık ve mimari olarak Versay Sarayı’nı andıran Rusya’nın en ünlü saraylarından. Deniz yolu ile ulaşım tek yön 1600 ruble. Giriş 1500 ruble, saray bölümü ve diğer her bir ekstra bölüm 500 ruble. Yani ulaşım ve girişi en maliyetli yerlerden. Bu maliyeti kısmak için iki vesayetle saraya ulaşmayı denedik. Ancak otobüs yolculuğu sıkışık trafik ve kalabalık nüfus nedeniyle uzun sürdü ve balık istifi bir yolculuktu. Ruslar otobüslere çok sıkışık binmeye alışık, kişisel alan ve temas konusunda hassas değiller. İster yaşlı ister küçük çocuklar olsun, birbirlerini itip sıkışık vaziyette seyahat etmeyi sorun etmiyorlar. Yaklaşık iki saatte saraya vardık.
Petro, sarayın inşa edildiği bölgeden ilk kez Büyük Kuzey Savaşı sırasında 1705’te, Kotlin Adası’nda yer alan Kronstadt kasabasından dönüşte günlüğünde bahsediyor. 1714’te Petro’nun kendi çizimlerinin esas alındığı Monplaisir Sarayı’nın inşasına başlanıyor. Daha sonra bu sarayın yakınına Versay Sarayı’nı model alarak yeni saraylar ve bahçeler inşa edilmesi talimatı veriyor. İtalyan mimarların desteği ile yaklaşık 40 bin dönüm alana muazzam bir saray yapılıyor. Saraya ön bahçe kısmından girip bilet satış yerlerine geliyor, 10 dakikada bilet alıp giriyorsunuz. Etrafta çok sayıda kafe var. İçeride gezerken bile sorun yaşamıyorsunuz. Ayrıca Rusya’da en merkezi meydanlarda dahi halka açık tuvaletler var. 50 ruble genel fiyat. Benim gibi çok su içen ve tuvaleti sık kullananlar için oldukça olumlu. Sarayda ve bahçe kısmında da pek çok yerde umumi tuvaletler var. Allah’tan tuvaletlere WC yazmak akıllara gelmiş.
Saray binasının içine girmek isteyenler ayrı bir sıraya geçip tekrar bilet alıyor. Sırada biraz bekledik ama güzel havada zamanımızı heba etmemek için terk edip bahçe turuna başladık. Hemen girişte I. Peter’in İsveçlileri yenmesini sembolize eden dev bir heykeli ve fıskiyeleri var. Bu heykelde Peter bir aslanın ağzını ayırıyor, aslan İsveç’in sembolü. Yanında tanrılar ve sayısız figür de imrenen bakışlarla onu izliyorlar. Aşağı doğru devam edince iskele kısmına geliyor, sola yönelirseniz kraliyet mensuplarının kaldıkları görece küçük evlerle karşılaşıyorsunuz. Bahçedeki bu müstakil evlere giriş de ekstra ücrete tabi. Her köşe başında sayısız heykel, fıskiye, rengârenk bitkiler ve ağaçlar. Baltık Denizi’ne uzanan iskele ve çevresinde unutulmaz fotoğraflar çektik.
Ardından bahçenin sağ tarafına geçtik, burada da ünlü satranç tahtası ve diğer müstakil yapılar var. Yaklaşık beş saat boyunca Peterhof’un sanırım her noktasına gezdik. Giriş kısmında olduğu gibi bahçe içinde de belli noktalarda atıştırmalık yerler ve kafelerin olduğunu belirteyim. Dondurmalar güzel. Dönüşte yine sıkışık bir otobüsle yaklaşık bir buçuk saatte döndük ve otelimizin yakınındaki Toscana Grill’de güzel bir ribeye ve antrikotlu salata aldık.
Fiyatlar biraz pahalı ama yolu bu bölgeye düşenlere steak’i şiddetle tavsiye ediyorum. Otele dönüp biraz tv zaplarken Ege sahillerimizin reklamlarını gördük.
5.Gün
Kahvaltımızı yapıp Moskova’ya gitmek üzere havaalanına hareket ettik. International-domestic ayrımı yok havaalanlarında ve doğru terminal binasına gitmeniz yeterli. Avrupa çapında şehirlerarası seyahatlerimizi eşimle hep trenle yaptık. Hem tren yolculuğu çok daha rahat ve keyifli hem de şehirleri ve kırsalı görmek için iyi imkân sunuyorlar. Ancak Rusya’da Moskova-Piter arası gece yataklı tren dışında gündüz sadece bahsettiğim yüksek hızlı Sapsan trenleri var. Bu trenlerin ücretleri benim gibi geç kalırsanız uçak bileti kadar, hâliyle çevreyi izlemek imkânsız.
150 kişilik bir uçağa bindik ve bir buçuk saatlik yolculuk ardından Moskova Vnukovo havaalanına indik. Moskova’da 4 havaalanı var bu arada. Altında hemen metro var ve şehir merkezine kadar iki aktarma ile gitmek mümkün. Ancak Kıbrıs gezisinde birlikte olduğum Yılmaz şefin abisi Kürşad abi Moskova’da yaşıyor ve sağ olsun bizi alması için bir araç göndermişti. Şoförümüzün adı Sıymık ve Kırgız. Bizi yaklaşık bir saatte şehir merkezinin hemen kuzeyinde bulunan otelimize götürdü. Otelimiz eski Holiday Inn oteli, yeni adı Lesnaya by Safmar olarak. 3 gece için 25 bin 500 ruble ödedik.
Eski Holiday inn demişken, Burger King, Starbucks, Gucci gibi pek çok marka Kırım işgalinden sonra çekilmeye başlamış. Bu süreç Ukrayna işgali ile hız kazanmış. Yerel distribütörler logolarda hafif oynamalar yapmış, isimleri Kiril alfabesine çevirmiş ve hizmete devam etmişler. Örneğin Starbucks’ın adı Star Coffee olmuş, simgesi olan kadının tacında ufak değişiklik olmuş, öte yandan renkler bile aynı.
Otelin resepsiyonu, karşılaması vs. çok iyiydi. Hatta İngiliz aksanı ile konuşan bir resepsiyonist bile vardı, gözlerim doldu hemen. Odamıza yerleşip Sıymık ile Kızıl Meydan’a en yakın yere gittik ve araçtan indik. Hava kuzeye göre daha soğuk, nem oranı daha düşük; tipik bir karasal iklim. Güneş varsa yakıcı, yoksa bulutlu ve soğuk. Hava sıcaklığı 22 dereceydi. Moskova, 15 milyonu aşkın nüfusu ile uyumayan bir mega kent. Ortalama rakımı 156 metre. Yüz ölçümü olarak İstanbul’un yaklaşık yarısı. Ortasından şehre ismini veren nehir zikzaklı şekilde geçiyor. Bolşevik İhtilalinden beri başkent olsa da 1000’li yıllardan beri Rus hükümdarları bu bölgede bulunmuş, kanal, köprü ve kale yaptırmışlar. Kremlin de bir nevi kale demek. Moskova’da gördüğümüz Moskova Kremlini. Başka kremlinler de var.
2021 itibarıyla, sadece Moskova’nın gayri safi bölgesel hasılası yaklaşık 332 milyar ABD doları, Türkiye’nin milli gelirinin %40’ı. Kişi başı gelir 32 bin dolar, Piter’de 30 bin. Bizim neredeyse 4 katımız. Asgari ücret 20 bin ruble.
Kremlin’in iç avlusuna girdik ve Rusya’ya gerçekten geldiğimizi hissettik.
Etkileyici Rus Tarihi Müzesi, Gum AVM, Aziz Vasili Katedrali, Lenin mozolesi hemen dikkat çekiyor. Meydanın tam ortasına 23 Ağustos’ta yapılacak askerî bandolar töreni için hazırlık yapılıyordu ve büyük bir sahne kuruluyordu. Tam birkaç resim çekinelim derken kuzey taraftan artan bir uğultu daha sonra da çığlıklar yükselmeye başladı. Kafamı tam çevirdim ki bir zombi sürüsünün… Yok yok, bu başka hikaye. Kafamı tam çevirdim ki şiddetli bir yağmurun yaklaştığını ve meydandaki herkesin çığlıklarla kaçışmaya başladığını gördüm. Eşimle birlikte hemen katedralin altına doğru koşmaya başladık. Sonuçta orası da Allah’ın eviydi. Yarım saat kadar kalabalık bir grubun içinde bekledikten sonra bulutlar dağıldı, güneş açtı ve yerler kurumaya başladı. Her şehirdeki ilk günümüzde yağmur yedik anlayacağınız. Güzel fotoğraflar çektikten sonra Avrupa’nın en eski avm’si olduğu söylenen Gum avm’ye girdik ve şehre gelen herkesin mutlaka geldiği Stolovaya 57’ye oturduk.
Burası tam bir Sovyet mekânı; garsonlar, masalar, yemekler, fiyatlar, suratlar, çatal bıçak. Sovyetler döneminde işçilerin ucuz yemek yemesini sağlamak için kurulan zincir lokantalardan ama şimdi yeri ve Gum sebebiyle lüks olmuş. Borş çorbası, Rusya’ya gelmişken Rus salatası, kırmızı lahanalı bir meze, koyun ve tavuk köftesi ile pilav ve püre aldık. Tatlar bize yabancı değil ancak pilav susuz, yağsız ve kupkuru idi. Ekmek niyetine ise kıymalı ekmeklerinden aldık. Suç ve Ceza’da Raskolnikov’un zor bela para bulup aldığı ekmeklerden. Hayır, ağlamıyorum. Gözüme bi’ şey kaçtı.
Karnımızı doyurup üzerine ünlü Gum dondurmalarından alıp Nikolskaya’daki ışıltılı sokaktan ilerleyip Lubyanka metrosuna kadar yürüdük. Bu yol üzerinde ve etraftaki binaların çoğun devlet binası. Turizm ile resmi binaların iç içe olması Rus ciddiyetine bir tezat oluşturuyor kanımca. Burada ünlü FSB binasını solumuza alıp güneye doğru ilerlemeye başladık. Mahallelerdeki küçük kiliselerin bile öyle parlak ve gösterişli çatıları var ki. Kitay Gorod’dan Zaryadye parkına doğru kıvrıldık ve büyük bir sahne kurulduğunu gördük. Zaryadye parkı, pek çok endemik bitkinin bulunduğu ve özel olarak oluşturulmuş bir park. Belli noktalarda yapay zekâ destekli görsel şovlar var. Sahneye doğru yaklaşıp ne olduğunu anlamaya çalıştık ve halka açık bir gösteri olduğunu anladık. Her yerde Moskova 2030 yazıları vardı, Yandex Maps’ten baktığımızda da bazı binalar arasında bu logoyu görüyordum.
Biraz araştırınca Moskova belediyesinin 2030 yılına kadar akıllı şehir olma yolunda ciddi planlar yaptığını gördüm. Buna dikkat çekmek için bir konser düzenlemişti. Dünyaca ünlü Bolşoy Tiyatrosu’nda bilet bulamadığımdan Japon bir piyanistin zaman zaman balerinlerin eşlik ettiği klasik müzik konserine denk gelmek bizim için büyük şanstı. Yaklaşık bir saat gösteriyi izleyip hemen aşağıda bulunan gözetleme noktasında fotoğraflar çektik ve Moskova Nehri’ni izledik. Akşam metro ile otelimize döndük.
Lesnaya caddesinde yatmanın bir avantajı, bir de dezavantajı var: Avantajı otelin hemen karşısında Depo Moskova isimli büyük bir yerin olması. Burası 100’e yakın restoran ve barın olduğu, ortak alanları ve canlı müziği olan enerjisi yüksek bir yer. Hemen yanında bir gece kulübü, bir Türk restoranı ve kafeler de var ama Depo başlı başına yeme-içme anlamında tüm ihtiyaçları karşılıyor. Dezavantaj ise alkollü mekânların çokluğundan sarhoş sürücü ve modifiye araç sayısı bir hayli yüksek. Otelin ön caddesinde gece geç saatte dahi drift atan, yüksek devirle araç kullananlar oluyor. Piter’de böyle şeyler görmemiştik. Some big city problems. (Depo, sol aşağıda)
Güzel bir sabaha kalkıp Depo tarafına yöneldik. Remy isimli güzel bir bakery’ye girdik. Adı bakery olsa da balık ızgara bile vardı, bünyeyi desteklemek için tavuk çorbası ile tost ve yeşil çay aldık. Metro ile Kızıl Meydan’ın kuzeyindeki Bolşoy Tiyatrosu’na, oradan Kremlin önünde açılan pazar yerlerine ve Mareşal Zukov heykeline, oradan meçhul asker anıtına ve karşısındaki avm’ye gittik.
Yolumuza devam edip Kızıl Meydan’ın güneybatısına doğru ilerledik, bu bölgenin adı Aleksander bahçesi, içindeki tarihi cephanelik, büyük çan kulesi, Prens Vladimir anıtı gibi yerleri ziyaret ettik. Zamanı olanlar bilet alıp Kremlin’in belli bölgelerine girebilirler. Buradan hemen sağa doğru dönüp Mokhovaya caddesi üzerindeki Paşkov’un Evini geçtik. Yolun sol tarafı boydan boya kütüphane. Lenin Kütüphanesi isimli metro durağına geldiğinizde karşınızda Dostoyevski heykeli ve hemen arkasında Rusya Devlet Kütüphanesini görebilirsiniz. Kütüphaneyi dahi silahlı görevliler koruyor. İçeride güzel ve uygun fiyatlı bir kafe de var. Ancak giriş için öğrenci kimliği gerekiyor. Burada biraz dinlendikten sonra Şakmat Müzesi ile Puşkin Müzesini takip ederek Kurtarıcı İsa Katedraline geldik. Burası en görkemli yerlerden biri, Napolyon’dan kurtuluşa ithaf edilerek yapımına başlanıyor, Bolşevikler zamanı büyük oranda zarar görüyor, Lenin öldükten sonra korumaya alınıyor ve görsel amaçla kullanılıp 2000’de büyük bir tadilattan geçiriliyor. Nehir boyuyla birlikte inanılmaz fotoğraflar çekebilirsiniz.
Bu noktada biraz yavaşlamak zorunda kaldık, zira Piter’de tekne turunda baya rüzgâr yediğimizden eşimin boğazı iltihaplanmıştı ve halsizlik baş gösterdi. Hemen ilerideki donanmanın 300. kuruluş yıl dönümü için yapılan Aleksander heykelini görüp metro durağına ilerledik.
Bu noktada Moskova’da yaşayan arkadaşlarıma ilaç alıp alamayacağımızı sordum, antibiyotik alamayacağımızı ama takviye gıda-hap alabileceğimizi söylediler. Yandex Maps’ten hızlıca yakındaki eczanelere (Anteka) baktım. Koşar adım gittim ancak ilk iki yer şifacı çıktı. Çevredekilere sormaya çalıştım ancak dil engeli sebebiyle oldukça zorlandım. Sonunda bir eczane bulup ilacı aldım. Hemen otele döndük ve istirahate çekildik.
Neyse ki dinlenmek iyi geldi ve akşam yemeği için Depo’da güzel birer steak hamburger yiyip kendimize geldik. Kendi adıma Rusların en beğendiği votka olan Beluga dolu bir gece geçirdim.
Ertesi gün güzel bir sabaha uyandık ancak eşim biraz halsizdi. Depo’ya gidip bir Azeri restoranında sıcak çorba, siyah çay ve İtalyan restoranından margarita pizza aldık. Enerjimizi toplayıp yola çıktık. Sağlık durumundan dolayı yoğun bir gün planlamadım. Şehre biraz uzak, ama mutlaka gidelim dediğimiz Novodeviçi Mezarlığına yola çıktık. Bir aktarma ile Park Kültür metro durağına geldik ve on dakikalık bir yürüyüşle mezarlığa girdik. Girişte herhangi bir ücret ödemedik ve yan tarafta mezarlıkla aynı adı taşıyan kilise de kısmen tadilatta olduğundan girmedik. Burası Rusya’nın en önemli devlet mezarlığı. Önde gelen siyasiler, askerler, sanatçılar buraya gömülüyor. Bolşevizm döneminde cenazelerin yakılması dayatıldığından duvarlarda küllerle dolu birçok vazo görmek de mümkün. (Aşağıda bayraklı Yeltsin’in mezarı)
Bu mezarlığa gelmemizin esas sebebi ise Nazım Hikmet’i ziyaret etmekti. Haritadan yazıp bulabilirsiniz ancak ben en kolay yolu size anlatayım. Ana kapıdan mezarlığa girip dümdüz ilerliyorsunuz. Mezarlığın tam ortasında Rusya bayrağının renkleriyle bezenmiş bir anıt var. Burası efsane başkan Boris Yeltsin’in anıt mezarı. Hemen sola döndüğünüzde gördüğünüz ilk mezar ise Nazım’ın. Üzerinde çiçekler ve notlar var; böyle de anlayabilirsiniz. Bu arada kendini Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı hisseden her insanın Nazım’ın yazdığı Kurtuluş Savaşı Destanı’nı okumasını tavsiye ederim.
Nazım’ı ziyaret ettikten sonra Anton Çehov’u, Gogol’u ve daha birçok ünlü ismin mezarını ziyaret ettik. Burası bir yas yeri değil, nitekim elinde şampanyalarla ve şık kıyafetlerle mezarlar başında içki içip merhumlara teşekkür eden ya da doğum günlerinde onları ziyaret etmeye gelen pek çok insan gördük.
Ziyaretimizi tamamlayıp metro ile ünlü Arbat caddesine ilerledik. Burası Moskova’nın modern yüzü ve alışveriş caddesi, haliyle fiyatlar biraz pahalı ve mekânlar lüks.
Akşam Moskova’da çalışan bir arkadaşım ve ailesi ile buluştuk. Arbat’taki Marmaris isimli Türk restoranında buluştuk. Beyti kebap ve karışık köfte söyledik. Tam bir kebapçı olmakla birlikte alkol satıldığına şaşırdım. Birer duble Yeni Rakı yuvarlamamak olmazdı. Türkü ve sıra geceleri de yapılıyormuş kapalı kısmında.
Arkadaşım bir yıldır burada yaşadıklarını, fiyatların yüksek, alkolün ucuz olduğunu, belediyenin çok özenli çalıştığını, söz gelimi büyükelçilikteki ağaç budama işinin bile belediye tarafından yapıldığını, şehrin çok yeşil olduğunu, Batı markası araç satın alınamadığını, almak isteyenlerin ta Çin’den distribütör bulup aldıklarını anlattı. Çok güzel iki saat geçirmiştik ki Moskova’ya gelme sebeplerimden bir diğeri sevgili Kürşat abi aradı ve sonunda müsait olduğunu söyledi. Sevgili eşi Anastasia ile buluşup Moskova gecelerine ilerledik.
Kendisi 10 yıldır burada yaşadığından bizi doğruca Arbat’ın 5 dk. kuzeyindeki Malaya Bronnaya Caddesine götürdü. Burası Moskova’nın Bebek Caddesi. Lüks arabalar, şık hanımlar, zengin beyler burada. Buna rağmen fiyatlar Bebek kadar uçuk değil. Burada Narnia restoranına girdik. İçeride gezide denk geldiğimiz sanırım tek Türk’e rastladık. Hafif alkollü hanımefendi bize tatlıların çok iyi olduğunu ama yemeğe geldiysek daha şanslı olduğumuzu söyledi. Teşekkür edip zor da olsa bir masa bulduk.
Turist olarak muhtemelen yer bulamayacağımız bir mekâna Rusçayı akıcı konuşan bir damat ve Rus gelinle rahatlıkla girmiştik. Ünlü votka kokteyllerinden Moscow Mule, üzerine Pornstar Martini aldık. Üzerine havyarlı ve yılan balıklı suşilerin de olduğu güzel bir karışık suşi tabağı aldık. Yılan balığı bilhassa iyiydi.
7800 ruble ödeyip caddede yürümeye devam ettik. Yüksek sesli egzozlarla donatılmış araçlarla dolu bu cadde oldukça hareketli. Biraz ilerleyip İzakaya isimli kulübe geldik. Burası küçük ama hareketli bir yer. DJ performansı da vardı. Birkaç içki alıp güzel zaman geçirdik. Bu arada Rusların milli içkisi votka değil artık Martini rose olmuş. Kırmızı renkli bu likörü hemen herkesin elinde görmek mümkün.
Gecenin geç saatlerinde Yandex Taxi’den tuttuğumuz bir araç ile otelimize döndük. (Taksi tutmak için yerel telefon numarası isteniyor, Kürşat abi tuttu taksiyi, fiyatlar makul)
Ertesi gün otelimizden çıktık ve Depo’ya kahvaltıya gittik. Bir şeyler atıştırdıktan sonra Moskova’ya tekne turu ile veda etmenin iyi olacağını düşündük. Şehrin kuzeyinde yer alan Ulusal Ekonomik Başarılar Müzesi ile Kozmonotlar Müzesi pazartesi kapalı olduğundan biraz da mecbur kaldık. İnternet üzerinden ödeme yapamadığımızdan iskelelere gitmek tek çare idi, biz de güzergâhı bize en çok hitap eden yeri aradık. Bir not: Burada da farklı rotalar var. Biz başlangıç noktası olarak Kremlin vs. görmek için en uygun rotayı seçtik. Daha ileride başlayıp mesela Ukrayna Otel’i gören turlar da var.
Metro ile Kitay-Gorod’a gidip oradan Ustyinsky iskelesine yürüdük. Kalkmak üzere olan bir gemiye denk geldik. Kapalı yeri olmamasına rağmen bu iskeleden başka tür bir tekne kalkmayacağını değerlendirip binmeye karar verdik. Birkaç noktada duruyor ve 5’er dk. mola veriyor, binen inen oluyor. Sonuçta vatandaşların da kullandığı bir hizmet bu. İnternet sitesinde hafta içi fiyatların 590 ruble olduğunu görmüştüm ancak burada standart 1600 ruble ödeme yapılacağını öğrendik. Biraz canımız sıkılsa da bindik. Piter’de soğuk yediğimizden daha dikkatli ve her bir yanımızı kapatarak tura başladık. English Embankment, Kremlin, Kurtarıcı Katedrali, Donanma heykeli, Savunma Bakanlığı, Vorobyovy Gory Parkı, kayak merkezi ve Luzhniki Olimpik kompleksi derken güzel iki saat geçirdik.
Bu arada haritalara baktığınızda Moskova’nın pek çok yerinde Embankment tabirini görüyorsunuz. Hatta bazı gezi yazıları ve videolarında bile bu tabiri kullanıyorlar. Embankment, dolgu sahası demek. Yani şehrin o bölümü deniz ya da nehri kum ile doldurarak yapılmış. Ancak bunla da kalmıyor. Bu binaların üzerinde ünlü yapılar da bulunuyor. Örneğin tekne turu rotası üzerinde Puşkinskaya Embankment var. Yandex, Google; nereye bakarsanız bakın adını yazıp geçmişler. Üzerindeki binaların adları yazmıyor, ne oldukları belli değil. Ancak biraz araştırdığınızda buranın üzerinde ünlü Yeşil Tiyatro binasının olduğunu ya da karşı istikamette hiçbir yerde yazmayan ve yine bir dolgu sahasının üzerinde bulunan iki aşağıdaki binanın Savunma Bakanlığı olduğunu görüyorsunuz.
Tekne turunda dikkat etmeniz gereken şey, gidiş sırasında rüzgârın genelde burundan geldiği. Bir de güneş bulutların arkasına geçtiği an hava birden soğuyor, yüzünü gösterdiğinde sıcak oluyor. Tipik bir karasal iklim şehri.
Tur gemilerinde giderken bile sigara içmek yasak. Elinde sigara ile yürüyen neredeyse kimse yok. Açık hava etkinliklerinde sigara yasak. Yukarıda da bahsettim, her yerde umumi tuvaletler var. Bu anlamda tek eksiklik şu: Metro istasyonlarının bazıları çok derinde olmalarına rağmen ne engelli ve yaşlıların kullanabileceği bir asansör var ne de buna göre yapılmış merdivenler. Merdivenlerdeki tek değişiklik valiz sürüklemek için yapılan ekler.
Tekne turundan sonra Kremlin’in önünde inip Kızıl Meydan’a veda ettik. Gum’a selam verdik ve Four Seasons otelin önünden Dr. Jivago kafeye yol aldık. Burası 2022 Michelin listesinde yer alan bir yer. Ömer Şerif’in muhteşem performansı ile unutulmazlar arasına giren ve Bolşevik İhtilali sırasında Rus toplumunun yaşadığı sancıları anlatan 1965 yapımı filmle aynı taşıyan kafe, Moskova’ya kadar gelinmişken benim gibi bir sinefil için gidilmesi gereken yerlerdendi.
Ancak resepsiyonist kokona aynı fikirde değildi. Akşam 11’e kadar tüm masaların dolu olduğunu söyledi. Türkiye’den geldiğimizi, masalarda öyle 3-4 saat oturmadığımızı, hızlı hızlı tıkınıp gideceğimizi söylesem de fayda etmedi. Elbet bir gün geleceğim. Biz de hemen yolun karşısındaki Okhotny Ryad avm’ye daldık. Fiyatları kıyaslama açısından avm’ler önemli.
Moskova, ayakkabı ve çanta meraklısı eşimin tespitlerine göre giyim, kuşam ve aksesuar bakımından ülkemizden %15-20 pahalı. Birkaç cilt bakım ürünü uygun geldi, aldık. Mağaza çalışanları ise “Burası Moskova” diyerek pahalılığı normalleştirmişler. Diğer şehirlere göre fiyatlar bariz yüksek zira. Buradan hediyelik matruşka ve magnet alıp ve bir şeyler yiyip otelimize geri döndük.
Hava kararmıştı ve otelin çevresini de görmek için Belarusskaya metro binasını ve etrafını turladık. Gündelik olarak kullandığımız metro durağı olması yanı sıra meydanın karşısındaki yeşil binanın şehirlerarası hızlı tren istasyonu olduğunu gördük.
Depo’da bir şeyler içtikten sonra şoförümüz Sıymık bizi almaya geldi. Otelin emanet odasından valizlerimizi alıp yaklaşık bir saatte havaalanına vardık. Gece 12’de bile havaalanı yoğundu. Uçakların Orta Asya, Çin ve Türkiye kalkışlı olduğunu gördüm. Başka destinasyona giden uçak yoktu. İşlemlerimizi halledip migration card’ımızı (aramızda buna kafa kâğıdı dedik, örneği aşağıda) teslim edip beklemeye başladık.
Havaalanındaki sigara içme alanını da göstereyim. Kısaca içmeyin kardeşim.
Yaklaşık yarım saat gecikmeli olarak uçağımıza bindik. Bu saatte herhalde servis olmaz derken gece 4 gibi sıcak börekli bir kahvaltı da geldi.
Tam uyuyayım derken anons yapan pilotların daha önceden tanıştığım eski meslek büyüklerim olduklarını öğrendim. Hosteslere haber verip burada olduğumu söyledim. İnişte selamlaşıp hasret giderme şansı buldum.
Piter’e uçuş 3 saat 45 dk. sürmüş, Moskova’dan dönüş ise 4 saati aşmıştı. Oysa Piter çok daha kuzeydeydi. Çünkü Moskova dönüşü güzergâh, Ukrayna harekât alanına giriyordu ve sivil uçaklar neredeyse Polonya’ya kadar gidip oradan güneye dönüyorlardı.
Serin, zaman zaman soğuk, beklediğimizden çok daha eğlenceli ve etkileyici bir geziyi geride bıraktık. Gezinin yıldızı kesinlikle Moskova idi, hem de beklentilerimizin aksine. Hatta tekrar gelelim listemize bile burayı ekledik.
Bir sonraki rotada görüşmek üzere.
Tüm görseller bana aittir. Havanın kapalı olmasından dolayı sadece birkaç fotoğraf için Google Görselleri kullandım.
Dolar | 34,5094 | % 0.13 |
Euro | 36,5097 | % 0.39 |
Sterlin | 43,8078 | % 0.38 |
,00 | % 0.00 | |
,00 | % 0.00 | |
Çeyrek | 5.062,00 | % 0,35 |
G. Altın | 2.949,57 | % 0,50 |
BIST 100 | % | |
% 0.00 | ||
B. Cash | ,00 | % 0.00 |
Bitcoin | |
Ethereum | |
XRP | |
Bitcoin Cash | |
EOS | |
Litecoin | |
Binance Coin | |
Bitcoin SV | |
Tether | |
TRON | |
Stellar | |
Cardano | |
Monero | |
Dash | |
IOTA |